Ortada giderek gerçekliği su yüzüne çıkmakta olan bir iktisadi kriz olmasına, bunun da diktatörlüğü beka endişesine sürüklemesine ve toplumun her türlü hile ve baskıya rağmen direncini sürdürüyor olmasına karşın, muhalefet tarafında bir siyasal önderlik krizinin varoluşu, bizim gibi kimi sosyalistlerin uyarısının ötesinde kitlesel bir farkındalık kazanmış görünüyor.
Bizi kuşatan nesnel gerçekliğin ne olduğunu tanımlamak, eğer onunla uzlaşım içinde değilsek, eğer bu gerçeklik bizi çok yönlü ve çok katlı bir şekilde tahakküm altına almakta ve giderek yok etmekteyse, zorunludur. Çünkü tanımlamak onu reddetmenin, giderek onu dönüştürmenin ilk uğrağıdır. Dolayısıyla, tanımlamak aslında diğer taraftan kendi konumumuzu saptamak, duruşumuzu belirsizliklerden arındırıp somut olarak ortaya koymaktır.
‘SOMUT DURUMUN SOMUT TAHLİLİ’
Lenin’in ünlü ifadesidir. Somut durum konjonktürel olana, somut tahlil ise konjonktürün teorisine işaret eder. Marksist devrimciler, belirli bir zaman-mekanda vuku bulan; mevcut bağlamı, faktör ve güç ilişkileri dengesini değiştiren bir toplumsal veya siyasal olayı önceki zaman-mekanlardan ayırt eden biricikliğinin altını çizmek için bu ifadeyi kullanırlar. Bu, konjonktür teorisi olarak da adlandırılır.
Örnek vermek gerekirse, Lenin, 1905’de kısaca İki Taktik olarak bildiğimiz Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği’ adlı kitabında baskıcı Çarlık rejimine (monarşiye) karşı Cumhuriyet’i önermiştir. İttifakları da buna göre tanımlamıştır. 1917 Şubat devriminden sonra ise ortaya başka bir konjonktür çıkmış, bu konjonktürü analiz eden Lenin, öncekinden farklı devrimci önermeleri gündeme getirmiştir. Bu kez Nisan Tezleri’nde işçi sınıfının iktidarını “bütün iktidar Sovyetlere” sloganıyla ifadelendirmiştir..
**
Türkiye’de yeni konjonktür, birbirini tamamlayan iki aşamalı askeri ve sivil 15-20 Temmuz darbesiyle başladı. Uzunca bir süredir toplumsal ve siyasal temeli inşa edilmeye çalışılan yeni rejim, bu darbeyle tamamlanma sürecine girdi. 16 Nisan referandumu ve 24 Haziran seçimlerinden sonra fiili bir gerçeklik olmanın ötesinde yasallık da kazandı.
Bu rejim faşizmdir. Faşist bir partinin veya koalisyonun iktidara yerleşmesi anlamında değil, devletin bütün aygıtlarının faşistleştirilmesi demektir bu. Devletin biçimi değişmiş, demokratik kurallardan kurtulmuş, açık bir diktatörlük halini almıştır. Diktatörlüğün başı, önümüzdeki süreci belirleyecek tarzda kararname üstüne kararname çıkarmaktadır. Demokrasinin tasfiye edildiği, özgürlüklerin yok edildiği bugünkü durum mantıksal sonucuna varmak zorundadır. Faşist cephe liderleri Erdoğan ve -derin devletin görünen devlete kayyım olarak atadığı- Bahçeli, bu doğrultuda ilerlemenin kendileri açısından kaçınılmaz olduğunun bilincindedirler. Beka söylemi bunun dile getirilişidir..
Nisan 2017’de Başkanlık sistemine ilişkin anayasa referandumu oylandı. İktidar ve müttefikleri kıl payı farkla kazandılar. 2018’de kabul edilen değişikliğe göre cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri yapıldı. Cumhur İttifakı kazandı, ama hile hurdaya rağmen yine bıçak sırtında.
Şimdi geldik yerel seçimlere, diktatörlüğün inşasında 3. ve son etap. Bu seçimle birlikte rejim anayasal hüviyet kazandığı gibi merkezi ve yerel iktidarını pekiştirecek, böylece meşruiyetini yeniden-üretmiş olacaktır.
Dikkat edilirse rejim, seçim gibi burjuva demokrasisinin bazı ilkelerini önemsediği veya savunduğu için değil, kendisini yerleştirmek için kullanmaktadır. Kendisine karşı güçlü bir toplumsal muhalefetin direncini sürdürüyor olması, rejimi buna mecbur bırakıyor. Öte yandan Suriye’de sürdürdükleri savaş ve işgal, bu direnci pasifize ve paralize etmek için kullanılmaktadır.
Eğer halk örgütlenmesine dayalı birleşik bir siyasal liderlik (cephe) kurulmaz ve bir direniş hareketi inşa edilmezse, muhalefetin fiziki tasfiyesi de er geç gündeme gelecektir.
Bu faşizm, hem yukarıdan inşa edilen hem de aşağıdan yükselen ve dolaysıyla bir kitle temeline dayanan bir faşizmdir. Bu nedenle Nazi partisinin iktidara yerleşme ve devleti ele geçirip faşistleştirme tarz ve süreçleriyle de büyük ölçüde benzeşmektedir.
Mevcut faşizmi ideolojik ve örgütsel yapı, içsel bağlantılar, yerel ve uluslararası ittifaklar açısından analiz etmek karşı-mücadele için önemlidir. Fakat burada bu konuya şimdilik girmiyorum.
İKİLİ KRİZ: HEM İKTİDAR HEM MUHALEFET
Önemli nokta şudur.
Bugün muhalefet cephesinde kurulan ittifaklar (CHP-İYİ PARTİ) ve tabanda kısmi güç birliği (CHP-HDP, CHP-ÖDP) yerel seçimlerde başarı çıtasını yükseltme ihtimalini güçlendiriyor. Evet, toplam olarak muhalefetin başarı sağlaması olasıdır. Doğu illerinde yapılan anketler de HDP’nin önceki oranların daha da üstünde bir artış elde edeceğini gösteriyor. (Ancak not etmek gerekir ki bu, HDPyönetiminin başarısını değil, bu iktidar döneminde onca zulüm görmüş kürt halkının direncini ve şimdilik sessiz öfkesini ortaya koyduğunu gösterir)
İyi, güzel…
Fakat yerel yönetimlerle ilgili aday belirleme sürecinin anti-demokratikliği muhalefeti de kapsayan bir ortak payda. Halkın potansiyel gücünü mobilize edebilecek önseçim gibi yöntemler muhalif partilerin gündemine bile girmedi. ‘Halk meclisleri ile yöneteceğim’ diyenler, ön-seçimle değil de atamayla aday oldukları gerçeği arasındaki çelişkiyi görmezden gelen faydacı bir anlayışı sergilemiş oldular. CHP’nin izlediği merkeziyetçi politika şimdiden ayağına dolanmış durumda. Başarılı belediye başkanlarını saf dışı bırakması, adı yolsuzlukla anılan başkanları yeniden aday göstermesi, hem tabanda hoşnutsuzluk yaratıyor hem de DSP’yi, iktidar blokunun kullandığı bir aparat haline getirdi.
Genel olarak, ortada alternatif bir yerel yönetim politikasından, modelinden söz ettirecek bir işaret yok. Oysa İslamcı-Türkçü faşizmi bir siyasal ve toplumsal sistem olarak inşa etmekte olan diktatörlüğe karşı yerel yönetim politikaları toplumsal düzeyden bir karşı çıkış olabilirdi. Çünkü faşizmin bir kitle temeli varsa, bu temel öncelikle yerel yönetimlerle geliştirildi ve bunun üzerinden siyasal iktidar zapt edildi.
Öte yandan anketlerin ortaya koyduğu başka bir eğilim de var. Yurttaşlar hiç bir partinin liderini başarılı bulmuyor. Yani ortada giderek gerçekliği su yüzüne çıkmakta olan bir iktisadi kriz olmasına, bunun diktatörlüğü beka endişesine sürüklemesine ve toplumun her türlü hile ve baskıya rağmen direncini sürdürüyor olmasına karşın, muhalefet tarafında bir siyasal önderlik krizinin varoluşu, bizim gibi kimi sosyalistlerin uyarısının ötesinde kitlesel bir farkındalık kazanmış görünüyor.
Bu nedenle, muhalefet partileri hanesine başarı gibi yansıyan şey, aslında halkın diktatörlüğe karşı sessiz direnişi, teslim olmayışıdır. Son iki seçimde de durum buydu. Mesela, Adalet yürüyüşü ve cumhurbaşkanlığı için yapılan mitinglerde toplanan milyonları böyle okumak gerekir. CHP tabanı parti yönetimini tutarlı bir önderlik yapısına ve sol bir mücadele çizgisine itmeye çalıştı..
Muhalefet, ne ana muhalefet olarak ne bütün olarak diktatörlüğü alaşağı edecek, bunun için halkı seferber edebilecek bir strateji geliştirmiyor. Mevcut sistemin koordinatları dahilinde hareket ediyor. Başta Erdoğan ve Bahçeli olmak üzere Cumhur ittifakının CHP’yi HDP ile örtük bir ilişkisi varmış gibi suçlaması, şimdi bunu Millet İttifakı bileşenlerine teşmil etmesi aslında ortada bir suç olduğundan değil, bir sınır çizme hamlesidir. CHP de buna riayet etmektedir. Dokunulmazlıkların kaldırılmasına verdiği destekten bu yana durum budur. CHP yönetiminin, tabanın baskısına karşın başkanlık sisteminin yerleşmesinde toplumun gazını alan bir rol üstlenerek bunu ısrarla sürdürdüğünü görmemiz gerekir.
HDP ise bir taraftan sosyalist çevrelere yaslanırken öte yandan Millet İttifakına zımni destek sağlayarak politikasını faşist Cumhur İttifakının kaybettirme üzerine oturttu.
Ama ne HDP de ne de sosyalist çevrelerde, faşist rejimi hedef alan bir stratejik yaklaşım içinde olunduğuna dair bir işaret yok ortada.
Yerel seçimin diğerlerinden farkı, bu seçimlerin ağır bir iktisadi kriz ortamından geçerken yapılıyor olması.
Muhalefet umudunu, krizin halk kitleleri üzerindeki etkisinin iktidara olan desteğini zayıflatacağına bağlamış görünüyor. CHP’den HDP’ye, HDP’den sosyalist parti ve çevrelere manzara bu. CHP krizin Cumhur ittifakına oy veren tabanda çözülme yaratacağı inancında. HDP ise, seçim sonrasının daha sert olacağı sezgisi içinde savunma hattı için politik ‘yığınak’ yapma derdinde.
Seçime endeksli bir muhalefet anlayışı hakim. Faşizmin seçimle geriletilebileceği inancı genel olarak yaygın. En az iki aylık süre aday belirleme süreciyle geçti. Geriye kalan bir ayda halka hangi politika ve programlar anlatılacak, meçhul.
Mevcut sistemin çizdiği sınırlar içinde kalarak yürütülen bir seçim kampanyası 'Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi' ile inşa edilen baskıcı hegemonyayı daha da pekiştirecektir. Bu durumda yukarıda değindiğim ‘bugünkü durumun mantıksal sonucuna varması’, bir köklü hesaplaşma anı’ndan geçmeksizin mümkün olabilecektir. Zira böyle bir muhalefet anlayışı, faşizme karşı mücadelede hala reformizmde ısrar, bir noktadan itibaren teslimiyete dönüşür.
Oysa seçim sonrasında, sonuçlara da bağlı olarak, halk kitleleri yeter artık (edi bese) diyebilir; bıkkınlık ve birikmiş öfke bu yöndeki eğilimleri beslemektedir. Ortaya bariz bir şekilde hileli sonuçlar çıkarsa, bu eğilimler, başlangıçta Gezi isyanını hatırlatsa bile, devrimci yönlendirmelerden o günkü konjonktüre kıyasla daha uzak kalabileceği için yine egemenlik sisteminin bu kez farklı fraksiyonlarının emellerine yedeklenen patlamalara yol açabilir. Bizim daha güçlü olduğumuz koşullarda bile bu oldu. 28 Şubat, aydınlık için beş dakika karanlık eylemlerini arkasına alabildi.
Mevcut partilerin bu güçlü olasılıkları öngörüp uygun bir strateji geliştirdiklerine dair işaretler yok. Bu nedenle siyasal önderlik krizinin çözümü, mevcut partilerin, örgütlerin bünyesinden değil, onların dışından gelecektir..
O halde Devrimci sosyalistler, alternatif örgütlenme ve mücadele için harekete geçmelidir.
YEREL SEÇİMLERİ KAZANABİLİRSİNİZ, ANCAK..
AKP ve Saray, bir yandan seçim sonrası için siyasi önlemleri planlamaya başlamış durumda. Erdoğan’ın rahat kararname çıkarabilmesi için anayasaya dayanmayan, başkanı sınırlama özelliği taşıyan tüm yasaların mülga edilmesi (kaldırılması) planlanıyor. Bu hayata geçerse Erdoğan’ın yetkileri daha da artacak. Kararnameleri doğrudan ferman düzeyine çıkacak. Parlamento tamamen devre dışı bırakılacak. Sonuçta diktatörlüğün önünde hiç bir engel kalmayacak. Seçim sonrasında da kayyım atama yetkisini dilediği gibi kullanacak.
Siz isterseniz o belediyeleri kazanmış olun. İtaat etmezseniz başınıza gelecek olan bu.
Yani seçimi kazanabilirsiniz. Bunu söylerken, muhalefetin toplam olarak, yüzde 48-49 almasını, -hile ve baskılara, devlet gücüne rağmen olacağı için- kazanım olarak görüyorum. Ama eğer bu kazanım diktatörlüğe karşı mücadelede siyasal inisiyatif elde etmeye dönüşmüyorsa bu seçimi kazanmamak belki de daha iyidir. Çünkü diktatörlük karşısında siyasal inisiyatif elde edememek demek, halkın ortaya koyduğu direniş ve tavrı siyasi önderlik olarak encamına erdirme yeteneğine sahip değilsiniz demektir. Bu halkın umudunu köreltmek, direniş ateşini söndürmek demektir.
Diyebilirsiniz ki, böyle olacağı ne malum. Peki, şu ana kadar muhalefetin diktatörlüğe karşı politik bir stratejiye, düzen değişikliği talebine, demokratik cumhuriyet hedefine işaret eden söylemlere sahip olduğu yolunda bir işaret var mı? HDP ve sosyalistler, demokratik cumhuriyet talebini ileri sürmekten vazgeçmiş görünüyor. Yerel yönetim politikalarınız bu talep ve hedeflere bağlı değilse onların halk kitleleri için mükemmel olması, kayyım atama gibi bir demokles kılıcı karşısında ne işe yarar? Erdoğan seçim meydanlarında Kayyım tehditini tekrarlarken yerelden merkeze doğru direnişi yükseltiriz diyemiyorsanız?
Sonuç olarak seçimlerle faşizmi geriletme içeriği ile yüklü politikalar tükenmiştir. Toplumsal çözülme ve kültürel çürümenin, değer erozyonunun, tepeden aşağıya toplumun tüm temel kurumlarını sarmalına aldığı, kadın ve çocuklara yönelik taciz-tecavüz-istismar olaylarının rejim tarafından vaka-i adiyeden sayıldığı, hatta teşvik edildiği günümüzde kitle seferberliğine dayalı halkçı-devrimci bir stratejik çizgi kaçınılmazdır.
SOSYALİSTLERE NOT
Bana göre, faşizmin bir devlet biçimi halini almasında Marksist hareketin krizinin de oldukça önemli rolü ve payı var. Zira bu kriz hali ya da devrimci bir alternatifin yokluğu, karşı tarafa sunulmuş bir imkandır. Bu nedenle bu krizin ne olduğunu, neden kangrene dönüştüğünü kavramamız zorunludur. Çünkü bu kangren, reformizmi besliyor. Böyle bir yapıyla faşizme karşı tutarlı mücadele verilemez.
Çarlık rejiminin (otarşinin) haber alma örgütü Okhrana’nın yanı sıra Kara Yüzler gibi bir terör örgütünün de halka, işçilere, devrimcilere saldırtıldığı Stolypin gericiliği döneminde, Lenin Materyalizm ve Ampiryokritisizm gibi felsefi-teorik bir eseri neden yazmayı görev bildi?
Sosyalistler bir yandan mücadele ederken, bir yandan da bunu düşünmelidir.
Peki mevcut yapının karakteri nedir? Bana göre bu yapı, devrim ufkunu kaybetmiş bir kültürel elitler toplamıdır. Siyaseti etki-tepki mekaniği üzerinden kurmaktadır. Dolayısıyla fiilen parlamentarizmin sınırlarını aşamamaktadır. Kendi içinde demokrat değil ama demokratizmle aklı kısırlaşmıştır. Kendini-AYNEN-yeniden bile var edemiyor. Değil ki, genişleterek, kendini aşarak, devrimcileşerek var etsin.
Bu yapı, işçi sınıfının politik birliği açısından da gerici bir rol oynamaktadır. Emek cephesinin faşizme karşı mücadelede tayin edici bir rolü olduğunu biraz sınıf mücadelesi tarihi okuyanlar anlar. Bu cephenin hangi siyasi eğilime sahip olursa olsun, Sovyet tarzı bir politik birlik üzerinde yükseleceğini de.
Bu yapıyı dönüştürmek, yani devrimcilik ve reformculuk ekseninde mücadele kaçınılmazdır. Kararlılık, mücadele ruhu bu iç mücadeleden ivme kazanacaktır. Biz dönüşmeye başladığımızda, bizim saflarımızda çakacak şimşekler, muhalefetin tümünü aydınlatacak, karşı tarafa yıldırım olarak düşecektir.
Tarihte hep böyle oldu.
Yazarın Dİğer Yazıları
Yeni-Osmanlı Galaksi İmparatorluğu:)
13 Şubat 2021Demokrasi Manifestosu, Geçici Hükümet’le Erdoğan’sız seçim!
11 Aralık 2020Seçimler Amerikan toplumundaki yarılmayı açığa çıkardı
11 Kasım 2020Egemen paradigmanın içindeki ‘Muhalefet’
3 Eylül 2020Devletin emperyalist siyaseti, faşizm ve Kürt sorunu
8 Temmuz 2020Dayanışma
21 Mayıs 2020AKP-MHP’li vekiller deyyusların ‘siyasi’ temsilcileri mi?
16 Nisan 2020Cumhuriyeti mi, tasfiyesini mi kutluyorsunuz!
31 Ekim 2019Marksist Devrimci olarak Mihri Belli
16 Ağustos 2019Cumhur ittifakı değil Cürüm ittifakı
13 Mayıs 2019Diktatörlüğün Sonbaharı
24 Haziran 2018Türkiye yol Ayrımında
2 Mayıs 2018HDP Kongresi..
11 Şubat 2018CHP kurultayı, faşizm ve savaş
6 Şubat 2018RTE olsa olsa Herkül’üyle henüz karşılaşmayan Cacus olabilir
23 Aralık 2017Ecevit ve Kılıçdaroğlu
15 Haziran 2017Son darbe
17 Nisan 2017Distopya*: Evet çıkarsa ne olocak?
12 Nisan 2017Ey Fravun'a iman edenler!
25 Aralık 2016Efendisiz-vesayetsiz-demokratik cumhuriyet için Kurucu Meclis
10 Ağustos 2016'Uzun Bıçaklar Gecesi' ve İç savaş provası
18 Temmuz 201614 Haziran 2016
Diktatörlüğe karşı Halk Devrimi
25 Nisan 2016'Devrim ve karşı-devrim'
18 Ocak 2016Nuray Mert ve ‘Faydalı salaklık’
11 Ocak 2016'Arturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı’
31 Ekim 2015Bir de kalkmış herkesi 'sağduyulu olmaya davet' ediyor..
10 Ekim 2015Asıl Şerefsizler kimlerdir, halka, devrimcilere ve demokratlara karşı nasıl savaşırlar
9 Ağustos 2015’Ağlamak Bazı acılarda yetmez Bazı ölümlere’
23 Temmuz 2015Dilipak: Cinsel olarak tahrik ediliyoruz / Eşcinselliği Osmanlıyı geri getirmek isteyenler kışkırtıyor
4 Temmuz 2015Kendi tanrısına bile ihanet eden adam..
6 Haziran 2015AKP Faşizmi, ant-faşist cephe, HDP, BHH ve CHP
5 Ocak 2015Erdoğan ve AKP, Zaman Gazetesi ve Samanyolu Televizyonuna el koyacak..
15 Aralık 2014Ya Kobane ya barbarlık!
14 Ekim 2014Gezi İsyanı Türkiye'nin 1905'idir
25 Temmuz 2014CHP’nin BOP’un resterasyonuyla uyumlu stratejisi
26 Haziran 2014'Yeni Türkiye' Soma madeninin altında kaldı..
2 Haziran 2014BDP/HDP Cumhurbaşkanlığı seçimi Için ne diyor?
6 Nisan 2014En uzun gün ve olasılıklar
30 Mart 2014HDP, CHP'nin oylarını mı bölüyor?
27 Mart 2014İsyanın adı Berkin-
12 Mart 2014'Paralel devletler', koku-tutulması ve devrimci kopuş
19 Ocak 2014Devlet ikiye mi bölündü yani?
17 Aralık 2013Marksist Devrimci olarak Mihri Belli
15 Aralık 2013Erdoğan-Barzani ittifakı: 'İslam' kardeşliği
17 Kasım 2013Cumhurbaşkanı ve başbakanıyla devletin linç girişimi!!
7 Eylül 2013'Kimyalı' mı 'Kimyasız' mı?
30 Ağustos 2013Başka coğrafyanın çocukları: Rojavalı çocuklar
6 Ağustos 2013Muhalefet, Direnişin açtığı yoldan yürümeli, anayasa görüşmelerinden çekilmelidir
16 Temmuz 2013Yanıyor insanlık hâlâ!
1 Temmuz 201325 Haziran 2013
Belli ki, geldiğiniz gibi gitmeyeceksiniz!
15 Haziran 2013'Bir kaç çapulcu' kim?
2 Haziran 2013İlle de Roboski!!!
6 Ocak 2013'Eğitimin paradigmasını değiştiriyoruz' demek, laikliğin tasfiye ilanıdır
3 Aralık 2012Cumartesi.. Cumartesi..
25 Kasım 2012Ruhu alçalan toplum
29 Ekim 2012Tezkere provokasyonu
4 Ekim 2012Alçaklığın dayanılmaz irtifası..
24 Ağustos 2012Aygün neden kaçırıldı?
13 Ağustos 2012Savaş kışkırtıcılığı suçtur!
23 Temmuz 2012CHP Kurultayı ve Devrimci Cumhuriyet
16 Temmuz 2012Mızrağın ucundaki 'Islam' ve biyopolitiği
12 Haziran 2012'Ceddin deden, neslin baban..'
19 Mayıs 2012Post-modern darbeden postmodern faşizme -Faşizm yargılıyor
17 Nisan 2012Post-modern darbeden postmodern faşizme
16 Nisan 2012Bu başbakan kimin başbakanı?
14 Mart 2012Devlet iktidarının yeniden paylaşım savaşı
14 Şubat 2012Dersim, CHP ve Faşizm
29 Aralık 2011Kürt sorununda 'Osmanlı'da oyun çok'
27 Ekim 2011Adını siz koyun..!
8 Ekim 2011“Laiklik kesinlikle ateizm değildir” Öylemi?
27 Eylül 201190’nında devrimci delikanlı*
18 Ağustos 2011Yanıyor insanlık hala!
3 Temmuz 2011Türkiye Dönüm Noktasında
31 Mayıs 2011