TCK'nun 306. Maddesinde 'Türkiye'yi savaş tehlikesiyle karşı karşıya bırakacak şekilde yabancı bir devlete karşı hasmane hareketlerde bulunan' kimselere ‘beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezası, "Fiil sonucu savaş meydana gelirse faile müebbet hapis cezası verilir." deniyor.
Türk savaş uçağının düşürüldüğünü öğrendiğimde "bu işte bir tuhaflık var" duygusuna kapılmıştım. Açıkçası bir senaryo ile ya da büyük bir provokasyonla karşı karısıya olduğumuzu düşünmüştüm. Aradan 36 saat gibi uzun bir süre geçtikten sonra yapılan resmi ve gayri resmi açıklamar kuşkumu daha da pekiştirmişti.
Ancak o gün başladığım yazıyı, kuşkularımı doğrulayacak verileri yeterli bulmadığımdan bitirmedim. Genelkurmay başkanlığının uluslararası medyada çıkan heber-yorumlar karşısında yapmak zorunda kaldığı açıklamaları ve son olarak Sedat Ergin'nin analizini okuduktan sonra artık kuşkularımın gerçekliğine tamamen emin oldum. Çünkü Sedat Ergin, sağlam dayanakları olmadan yargıda bulunmayan ve nesnellik konusunda son derece titiz bir gazeteci.
Hatırlanacaktır, Genelkurmay'ın ilk açıklaması uçakla irtibatın kesildiği şeklinde teknik içerikliydi. Ergin, yazısında, resmen kabul edilmiş olan uçağın 5 dakika süreyle Suriye havasahasına girişinin altını çiziyor ve başta Genelkurmay haritaları olmak üzere dayandığı resmi verilerle "ihlalin tasarlanmış bir görev talimatı olduğunu düşünmemiz" gerektiği sonucuna varıyor. Sonra da "hava sahası ihlalinin Hava Kuvvetleri/Genelkurmay'ın kendi içinde aldığı bir kararla mı yapıldığı yoksa bu görevin sivil otoritenin onayı ile mi yerine getirildiği sorusu"nu gündeme getiriyor.
Sorunun gündeme getirilmiş olması önemli olmakla birlikte, tarzı, Roboski katliamında olduğu gibi, "bombalama emrini kim verdi" sorusunu akla getiriyor. Ancak "sivil otorite mi asker mi' gibi sorular, artık bugünün anlam düzeninde bir yere sahip değil. Bunun önemli göstergesi dikkat çekmek istediğim noktalardan biri olan Genelkurmay'ın açıklamalarındaki zikzaklardır. Bu zikzaklar, belli ki, iktidarın açıklarını kapatma gayretinden kaynaklanıyor.
Genelkurmayın uçağın nasıl düşürüldüğü, füzeyle mi uçaksavarla mı şeklindeki sorulara karşılık gelen açıklamalarının yeni soru işaretlerini gündeme getirdiğini ve bu sorulara yeniden açıklama getirmek durumunda kaldığını hatırlıyalım. En çok kuşku yaratanı da uçağın füze ile vurulduğuna dair bir belirtiye raslanmadığı şeklinde olanıydı. Sonradan bu açıklama da "düzeltildi", uçağın ana gövdesi denizin dibinden çıkarıldıktan sonra durumun netlik kazanacağı söylendi. Genelkurmayın çabasına karşın mızrak çuvala siğmiyordu.
İkincisi ve en önemli nokta, uçağın Suriye tarafından düşürüldüğü açıklamasının ilk olarak nereden geldiğidir.
Genelkurmayın uçakla irtibat kesildi açıklamasından sonra kim tarafından ve nasıl düşürüldüğüne dair açıklama ilk olarak AKP'den geldi. Genelkurmay daha sonra "Suriye resmi makamlarınca kendileri tarafından düşürüldüğü iddia edilen Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na ait RF-4 uçağı" ifadesini kullanarak bir açıklama yaptı. Bu "iddia" lafını TSK üst yönetiminde bir dil birliği olmadığının işareti saymak gerekir. TSK içinde bazıları bu işin, aşağıda değineceğimiz şekilde yasal faturasını düşünmüş olabilirler.
AKP Dış İlişkilerden Sorumlu ve Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, twitter'da yaptığı açıklamada Türk jetinin Suriye tarafından düşürülmesi olayında Türkiye 'nin yüzde yüz haklı olduğunu belirterek, "Suriye, Türk uçağını düşürerek, uluslararası topluma, uluslararası hukuka, bölge ülkelerine, uluslararası meşruiyete ve NATO 'ya saldırmıştır" şeklinde ifadeler kullandı. Bu, olay hakkındaki ilk gayri-resmi açıklamaydı. İlginç olan, iki ülke arasında savaşı gündeme getiren bu kadar önemli bir olaya ilişkin açıklamanın hükümetten değil, iktidar paritisinin bir yönetcisinden gelmesi ve üstelik bunun sosyal medyada yapılmış olmasıydı. Medya ilk kez böylesi bir olayı twitter'dan manşetlere taşıyor ama bunun anlamını sorgulamıyordu.
Bu açıklamaya kadar, hükümetin ve genel kurmayın suskunluğunu bu işe bir senaryo yazılıyor diye yorumlamıştım. Çelik'in twitter mesajı, uluslarasrası basında çıkan haber ve yorumlar, ABD yetkililerinin olaya netlik kazandıran değil, müttefiklerini (Türkiye'yi) zor duruma düşürecek, onun "sorgulanmasına" yol açacak açıklamalardan kaçınmak gibi bir yol izlemesi kuşkuları artırıyor, baştaki sezgimi destekliyordu. Ulusal medya da, Ömer Çelik'in açıklaması çıktığı andan itibaren aynı temayı işlemeye başlamıştı. Hükümetten benzer temalı ilk açıklama ise Bülent Arınç'tan gelmişti..
Ömer Çelik'in açıklamasına dikkat edelim. Suriye "NATO'ya saldırmıştır" diyor. Daha sonra Erdoğan'ın Parti grubunda yaptığı ünlü konuşma da bu "hükmü" güçlendirecek bir içerikte oldu. Başbakan ne demişti?
"Uçağımızın uluslararası sularda vurulduğu kesindir ve tarafımızca belgelenmiştir. Uçağımız Suriye karasularına yanlışlıkla ve kısa bir süre için girmiştir. Vurulduğu yer ve zamanın ihlalle ilgisi yok." "Türkiye, yerini, zamanını ve yöntemini kendisi tayin ederek, bu haksızlığa karşı uluslararası hukuktan doğan haklarını kullanacak, gereken adımları kararlılıkla atacaktır." "TSK'nın angajman kuralları değiştirildi. Suriye'den Türkiye sınırına yaklaşan her askeri unsur tehdit olarak değerlendirelecektir."
Tam bir savaşa geri sayım (count-down) pozisyonu.
Bu açıklamadan sonra NATO toplantıya çağrılmış ama "uçağımız Suriye karasularına yanlışlıkla ve kısa bir süre için girmiştir." sözü inandırıcı olamamış, üyeler, olayı müttefiklerine yapılan bir saldırı olarak değerlendirmemişlerdir. Bir çok uluslararası gözlemci ve uzmanın ve Ergin'nin de belirttiği gibi bir askeri keşif uçağı için 5 dakika uzun bir süredir. Füze ile vurulduğu Genelkurmay tarafından bile kesin bir bilgi olarak söylenemiyor. Yapılan açıklamaların mizah konusu haline geldiği de bir olgu.
Tek dayanak uçağın uluslararası sularda vurulmasıdır. Ama uçağın uçuş koordinatlarının niçin Lazkiye üssünün bulunduğu kıyı çizgisi boyunca olduğu, 5 dakikaka boyunca ne yaptığı sorularının yanıtı yok.
Bir iç savaş yasamakta olan Suriye'ye karşı Türkiye, yaklaşık bir yıldır organize bir kışkırtıcılığın başını çekiyor, çoğu Müslüman Kardeşler ve diğer radikal islamcı gruplara mensup isyancıları barındırıyor, onlara silah sağlıyor, açıkça emperyalizmin koçbaşı görevini üstlenerek Suriye rejimine karşı savaş açmış durumda. Böyle bir durumdaki bir ülkenin sivil uçakları dahi süphe konusudur ve hedef alınabilir.
Bu bakımdan uçağın uluslararası sularda vurulmuş olmasının fazla bir önemi yoktur. Türkiye, hazırladığı tuzağa kendisi düşmüştür. Bütün veriler bu sonucu göstermektedir. Gerisi kuru gürültüdür, dünyanın alaya aldığı, kitleleri kandırmaya yönelik aslancık "kükremesi"dir.
Dolayısıyla, Suriye havasahasının "ihlali tasarlanmış bir görev talimatı"dır ve bu talimat sivil otoritenin yanı AKP iktidarının sorumluluğu dahilindedir. Baştan beri Suriye'ye karşı uyguladıkları saldırgan tutum, ABD'yi bir an önce müdahale etmeye ikna etmeye çalışmaları, Annan planının sabote edilmesine, yani Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulunun kararını bypass etmeye yönelik politikaları (Bush-Rumsfeld ikilisinin Irak işgali için kurdukları "uluslararası koalisyon"un minyatür kopyesi "Suriye'nin Dostları"nın oluşmasına öncülük etmesi) bunun kanıtıdır. Uçak manevrasıyla NATO'yu devreye sokmaya çalışmışlar, ama ne kınamanın ötesinde bir sonuç alabilmişler ne de Rusya ikna edilebilmiştir. Bütün bu "stratejik derinlik" dehasından çıkan ataklar fiyaskoyla sonuçlanmış, Türkiye, Cumhurbaşkanının ağzından, Suriye yönetimini hedef alan, başta CIA ve MOSSAD olmak üzere Büyük Ortadoğu Projesi'nin eşbaşkanlık servislerinin marifeti olduğu izlenimi bırakan suikastten sevinç duyacak bir düzeye düşürülmüştür. Suikastçilerle aynı amacı taşıdığını beyan etmiştir.
Peki, iktidarın Türkiye'yi komşu ülkeyle savaşa sokma politikalarının hukuki anlamını sorgulamamız gerekmiyor mu? Savaş kışkırtıcılığının yasal bir müeyyidesi yok mudur? Gül, Erdoğan, Davutoğlu ve Özel savaş kışkırtıcılığı suçu işlemiş olmuyorlar mı?
2005 yılında AKP iktidarının bizzat kendisinin yaptğı Türk Caza Kanunu'nun 304. Maddesi aynen şöyle diyor:
Madde 304 - (1) Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı savaş açması veya hasmane hareketlerde bulunması için yabancı devlet yetkililerini tahrik eden veya bu amaca yönelik olarak yabancı devlet yetkilileri ile işbirliği yapan kişi, on yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır"
306 .Maddesi ise ‘Türkiye'yi savaş tehlikesiyle karşı karşıya bırakacak şekilde yabancı bir devlete karşı hasmane hareketlerde bulunan' kimselere ‘beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezası, "Fiil sonucu savaş meydana gelirse faile müebbet hapis cezası verilir." deniyor.
Bu suçlar bugün açıkça işlenmektedir. Yasalar "savaşa tahrik etme"yi ya da "savaş tehlikesiyle karşı karşıya bırakma"yı yeterli delil sayıyor ki, bu deliller fazlasıyla mevcuttur. Hal böyleyken neden ülkenin muhalefeti, CHP ve BDP harkete geçmez? Savaşa karşı çıkmak, yasaları açıkça çiğneyerek savaş suçu işleyen iktidar sorumlularını hesap vermeye çağırmayı içermiyor mu?
Yazarın Dİğer Yazıları
Yeni-Osmanlı Galaksi İmparatorluğu:)
13 Şubat 2021Demokrasi Manifestosu, Geçici Hükümet’le Erdoğan’sız seçim!
11 Aralık 2020Seçimler Amerikan toplumundaki yarılmayı açığa çıkardı
11 Kasım 2020Egemen paradigmanın içindeki ‘Muhalefet’
3 Eylül 2020Devletin emperyalist siyaseti, faşizm ve Kürt sorunu
8 Temmuz 2020Dayanışma
21 Mayıs 2020AKP-MHP’li vekiller deyyusların ‘siyasi’ temsilcileri mi?
16 Nisan 2020Cumhuriyeti mi, tasfiyesini mi kutluyorsunuz!
31 Ekim 2019Marksist Devrimci olarak Mihri Belli
16 Ağustos 2019Cumhur ittifakı değil Cürüm ittifakı
13 Mayıs 2019İkili kriz: hem iktidar hem muhalefet
27 Şubat 2019Diktatörlüğün Sonbaharı
24 Haziran 2018Türkiye yol Ayrımında
2 Mayıs 2018HDP Kongresi..
11 Şubat 2018CHP kurultayı, faşizm ve savaş
6 Şubat 2018RTE olsa olsa Herkül’üyle henüz karşılaşmayan Cacus olabilir
23 Aralık 2017Ecevit ve Kılıçdaroğlu
15 Haziran 2017Son darbe
17 Nisan 2017Distopya*: Evet çıkarsa ne olocak?
12 Nisan 2017Ey Fravun'a iman edenler!
25 Aralık 2016Efendisiz-vesayetsiz-demokratik cumhuriyet için Kurucu Meclis
10 Ağustos 2016'Uzun Bıçaklar Gecesi' ve İç savaş provası
18 Temmuz 201614 Haziran 2016
Diktatörlüğe karşı Halk Devrimi
25 Nisan 2016'Devrim ve karşı-devrim'
18 Ocak 2016Nuray Mert ve ‘Faydalı salaklık’
11 Ocak 2016'Arturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı’
31 Ekim 2015Bir de kalkmış herkesi 'sağduyulu olmaya davet' ediyor..
10 Ekim 2015Asıl Şerefsizler kimlerdir, halka, devrimcilere ve demokratlara karşı nasıl savaşırlar
9 Ağustos 2015’Ağlamak Bazı acılarda yetmez Bazı ölümlere’
23 Temmuz 2015Dilipak: Cinsel olarak tahrik ediliyoruz / Eşcinselliği Osmanlıyı geri getirmek isteyenler kışkırtıyor
4 Temmuz 2015Kendi tanrısına bile ihanet eden adam..
6 Haziran 2015AKP Faşizmi, ant-faşist cephe, HDP, BHH ve CHP
5 Ocak 2015Erdoğan ve AKP, Zaman Gazetesi ve Samanyolu Televizyonuna el koyacak..
15 Aralık 2014Ya Kobane ya barbarlık!
14 Ekim 2014Gezi İsyanı Türkiye'nin 1905'idir
25 Temmuz 2014CHP’nin BOP’un resterasyonuyla uyumlu stratejisi
26 Haziran 2014'Yeni Türkiye' Soma madeninin altında kaldı..
2 Haziran 2014BDP/HDP Cumhurbaşkanlığı seçimi Için ne diyor?
6 Nisan 2014En uzun gün ve olasılıklar
30 Mart 2014HDP, CHP'nin oylarını mı bölüyor?
27 Mart 2014İsyanın adı Berkin-
12 Mart 2014'Paralel devletler', koku-tutulması ve devrimci kopuş
19 Ocak 2014Devlet ikiye mi bölündü yani?
17 Aralık 2013Marksist Devrimci olarak Mihri Belli
15 Aralık 2013Erdoğan-Barzani ittifakı: 'İslam' kardeşliği
17 Kasım 2013Cumhurbaşkanı ve başbakanıyla devletin linç girişimi!!
7 Eylül 2013'Kimyalı' mı 'Kimyasız' mı?
30 Ağustos 2013Başka coğrafyanın çocukları: Rojavalı çocuklar
6 Ağustos 2013Muhalefet, Direnişin açtığı yoldan yürümeli, anayasa görüşmelerinden çekilmelidir
16 Temmuz 2013Yanıyor insanlık hâlâ!
1 Temmuz 201325 Haziran 2013
Belli ki, geldiğiniz gibi gitmeyeceksiniz!
15 Haziran 2013'Bir kaç çapulcu' kim?
2 Haziran 2013İlle de Roboski!!!
6 Ocak 2013'Eğitimin paradigmasını değiştiriyoruz' demek, laikliğin tasfiye ilanıdır
3 Aralık 2012Cumartesi.. Cumartesi..
25 Kasım 2012Ruhu alçalan toplum
29 Ekim 2012Tezkere provokasyonu
4 Ekim 2012Alçaklığın dayanılmaz irtifası..
24 Ağustos 2012Aygün neden kaçırıldı?
13 Ağustos 2012CHP Kurultayı ve Devrimci Cumhuriyet
16 Temmuz 2012Mızrağın ucundaki 'Islam' ve biyopolitiği
12 Haziran 2012'Ceddin deden, neslin baban..'
19 Mayıs 2012Post-modern darbeden postmodern faşizme -Faşizm yargılıyor
17 Nisan 2012Post-modern darbeden postmodern faşizme
16 Nisan 2012Bu başbakan kimin başbakanı?
14 Mart 2012Devlet iktidarının yeniden paylaşım savaşı
14 Şubat 2012Dersim, CHP ve Faşizm
29 Aralık 2011Kürt sorununda 'Osmanlı'da oyun çok'
27 Ekim 2011Adını siz koyun..!
8 Ekim 2011“Laiklik kesinlikle ateizm değildir” Öylemi?
27 Eylül 201190’nında devrimci delikanlı*
18 Ağustos 2011Yanıyor insanlık hala!
3 Temmuz 2011Türkiye Dönüm Noktasında
31 Mayıs 2011