Bir iktidar 8 aydır ‘barış'tan bahsedip, atılan adımlar karşısında, kayda değer tek adım atmamış, hala 8 bin siyasetçiyi içerde tutuyorsa; bir taraftan gezi direnişine, şimdi de Mısırda'ki askeri darbeye ‘halkın iradesi' diye parmak sallarken, halkın oylarıyla seçilen milletvekillerini içerde tutuyorsa; TMMOB gibi bir örgütün hak ve özgürlüklerini yasayla buduyor ve barışı 1+1'e indirgeme eğilimindeyse .. O iktidar partisiyle mecliste oturup Anayasa görüşülmez!
Gezi direnişi kısa sürede bir halk hareketine dönüştü. Parkı, ağaçları, çevreyi koruma bilinciyle başlayan pasif bir eyleme iktidarın şiddet kullanması bardağı taşıran son damla oldu. O ana kadar yanyana gelmeyen insanlar, örgütler, örgütsüzler Geziye ve eyleme sahip çıktı, polis şiddetine birlikte göğüs gerdi. Yüzbinler sokaklarda, anayollarda ırmaklaştı, Taksim'e aktı. Taraftarlar, apolitikler, politikler, gençler, kadınlar, yaşlılar direnişi büyüttü.. Sokak sokak, meydan meydan Tomalara, gaz bombalarına karşı direndiler.
Direniş Taksim'den ülkenin şehirlerine taştı. Bir araştırmaya göre yalnızca iki ilde eylem olmamıştı. 12 Eylülcülerin terör gelir korkusuyla sindirdiği kitleler korku duvarını aştı. 12 Eylül bu anlamda son buldu, onun sürdürücüsü iktidara meydan okuyarak.
Kitleler kendi güçlerinin farkına vardıkça direniş daha da serpildi. Yalnızca mevcut iktidara yönelik ilk büyük direniş değil, Cumhuriyet tarihinin en büyük halk harektiydi bu. 11 yılık AKP iktidarını ve onun tek karar vericisi Erdoğan'ı şaşkına çevirdi, kimyasını bozdu. Üstelik, diktatöre teslim olmuş medyanın üç maymunu oynamasına rağmen. Onun ördüğü kapkara gökkubbeyi, kendi elleriyle kurduğu, geliştirdiği sosyal medya ile yıkarak.
AKP İÇİN İDEOLOJİK YENİLGİ, ÖZGÜRLÜKÇÜ MODERNİTENİN PRATİK BAŞARISI
Geldikleri gibi gitmeme kararlılığı ile devlet aygıtlarını fetheden AKP, hasımlarının siyasal simgeleri ile dolu olan Taksim'e düzenlediği seferde bozguna uğradı. Bir yanında heybetli bir Kilise, bir yanında Atatürk Kültür Merkezi (AKM), merkezinde iki Sovyet subayının heykellerinin de yer aldığı Cumhuriyet Anıtı. Bu "gavur" ve "mürted-kemalist" sembollerin yanı sıra, meydan 1976'dan bu yana 1 Mayıs meydanı olarak bir "kafir-komünist" damgası da taşıyor. Üstelik meydanın emekçilerce geri alınması, 1 Mayıs'in tatil günü olarak kazanılması da yine AKP iktidarına karşı ve polis terörü alt edilerek gerçekleşmişti. Taksim'i 1 Mayıs'a kapatmak, AKM'yi yıkmak, 1908 devriminin rövanşını almak isteyen 31 Mart 1909'daki gerici-şeriatçı ayaklanmanın merkezi olduğundan Hareket ordusunun top atışlarıyla yıkılan ve çok sonra parka dönüştürülen Topçu Kışlası'nı Gezi Parkı'nın üstünde yeniden dikmek ve böylece meydana AKP'nin ideolojik damgasını vurmak, gelmiş geçmiş yenilgilerin rövanşını almak olacaktı. Halk karşısına dikildi, yaptırmadı..
Bu nedenle, Taksim direnişi, aynı zaamanda, Erdoğan ve AKP için, farkında oldukları ve dolayısıyla kudurganlıklarını artıran siyasi islamın bütün dayatmalarına karşı bir reddiye, bir ideolojik yenilgidir. Bu, aynı zamanda, başlıbaşına bir tartışmayı hakeden determinist modernitenin aşılması ve özgürlükçü modernitenin pratik başarısıdır. Kazlıçeşme'den başlayarak Erdoğan'ın retorik olarak da Hitler'le özdeşliğini daha çok pekiştiren kontra-mitingleri, yenilginin genişlemesini önlemek içindi.
Hareketin her cephesinde, farklı sosyal ve siyasi çevrelerden gelen direnişçiler çarpıcı, mesaj taşıyıcı örnekler verdiler. "Antikapitalist Müslüman gençlerin çağrısıyla İstiklal'de boydan boya kurulan yeryüzü iftar sofrası yalnızca, Nilüfer Göle'nin dediği gibi, "seküler Müslümanlarla dindar Müslümanları bir araya getiren yeni bir kültürel havzanın habercisi. Türkiye coğrafyası ve tarihinden yükselen ve demokratik muhayyileyi dönüştüren bir pratik" olmakla kalmıyor, ‘abdestli' kapitalizme karşı eşitlik talebini de yansıtıyordu.
HALKLARIN KARDEŞLİĞİ VE KÜRT SİYASETİNİN TAVRI
Bir başka şey, polisin saldırısı karşısında, BDP flamalı bir gencin, üzerinde Mustafa Kemal resimli bayrak taşıyan orta yaşlı bir adamın elinden tutmasıydı. Bu fotoğraf bir özlemi ortaya çıkardı. Halkların kardeşliği özlemini. Bu yüzden Diyarbakır'dan yükselen bir ses beklentisini daha çok ulusalcıların dile getirmesi anlamlıdır. Bu ses gelmedi. Hayıflandılar. Hayıflanma, negatif diline rağmen, devletin psikolojik savaş stratejisiyle zihinlerini zehirlediği kitlelerin bilincinde bir kırılma olarak değerlendirilmelidir.
Kürt siyaseti düne kadar kendisine karşı düşmanca bir tutum göstermiş ulusalcıların içinde yer aldığı direnişe temkinli yaklaştı. Kimi, direnişin üzerine bina edilmiş siyasal hesaplar olduğu ve bu hesapların çoğunun da ‘çözüm karşıtlığına' dayandığını dile getirdi. Bazıları, ‘15 yıldır biz gaz bombaları yerken, gençlerimiz panzer paletleri altında can verirken sizler neredeydiniz' dediler. Haklıydılar. Sosyalistlerin ve onların içinde rol oynadıkları kitle örgütleri dışında, Doğudaki devlet terörüne Batı'dan itiraz yükselmemişti. Ama yine de bu, stratejik hedefleri gözeten, ortak mücadelenin zorunluluğuna dayanan bir siyasi bilinci elbette ki yansıtmıyordu. Çünkü sözkonusu olan, onyıllardır zorla asimilasyonun bir boyutu olarak, Kürt halkına karşı inkarcı zihniyetle, şovenizmle yoğrulmuş Türk halkının eşitliğe ikna edilmesi, önyargılarının kırılmasıdır. Kürt siyasetinin Türk toplumunu ikna edici bir yaklaşımı sergileme gereğidir. Kimi politikacıların, ‘seçimle dize getirilemeyen iktidarı başka yollarla alaşağı etmek' şeklinde, gezi direnişini darbecılkle, hükümetin komplo teorileriyle ilşkilendiren yorumları, siyasi bir körlüğü olduğu kadar, milliyetçi bir refleksi de ortaya koyduğunu kaydetmek gerekir. Ama genel olarak Kürt siyasetinin tavrı direnişe eylemsiz-destek şeklinde oldu.
‘Bu iktidardan barış umulabilir mi' sorusu ve ‘barış kitlelerin örgütlü gücüyle mümküdür' argümanı etrafında yürütülebilecek bir tarıtşma bir yana.. Kürt siyasetinin bileşenlerinin gündeme koyduğu barışa yönelik askeri ve politik bir stratejinin, boyutu ne olursa olsun, belirli bir olay karşısında ani bir manevrayla değiştirilmesi beklenemez. Bununla birlikte, silahların sustuğunu ve 6 aydır süregelen bir çatışmasızlık döneminin Gezi direnişinin psikolojik koşullarına büyük bir katkı olduğunu kimsenin gözardı etme hakkı yoktur. Çatışma bölgelerinden şehit cenazelerinin geldiği bir ülke atmosferinde, ulusalcıların BDP'lilerle ve onları destekleyen sosyalistlerle yanyana gelmeleri, elinde Türk bayrağı ve Atatürk posteri taşıyanların ‘Yaşasın halkların kardeşliği' sloganı atacak bir bilinç dönüşümüne uğraması mümkün olabilir miydi?
DİRENİŞ, ALTERNATİF BİR PARADİGMA İÇİNDE DEVRİMCİ BİR İTİRAZDIR
Direnişin anlamı, sınıfsal bileşimi verdiği mesajlar üzerine daha çok tartışılacak, tartışacağız. Dikkat çekmek istediğim şey, Taksim'de patlak veren dipten gelen dalganın bütün ülkeye yayılması, büyük kentlerin, direniş merkezleri; parkların, doğrudan demokrasinin, halk demokrasisinin mekanları /araçları haline gelmesini nasıl okumak gerektiğidir.
Kısaca söyleyelim.. Direnişe kan veren güçlerin herbirinin temayüllerini aşan bir düzeyde gerçekleşen şey, zuhur eden alternatif bir paradigma içinde, yani özgürlükçü bir modernite evreninde Devrimci bir itirazdır. Hem katı-determinist moderniteye, hem de siyasal islama bir itiraz. Bütün halkın karar alma süreçlerinden dışlandığı, yüzde-on seçim barajıyla bu dışlanmanın katmerleştirildiği, başkanlık sistemi dayatmalarıyla oligarşik bir yönetime kapı aralayan temsili demokrasiye itirazdır. Halk artık siyasetin öznesi olmak istediğini ortaya koymuştur.
Evet, işçi sendikaları, kritik bir iki an dışında yöktular. Evet, Kürt siyaseti sözel desteğin ötesinde aktif bir katılım gösteremdi. Ancak bilmek gerekir ki, aynı hedefe, iktidara yönelik siyasi bilinç, mücadelenin ilk evresinde ortaya çıkmaz zaten. İçinde devrimci güçler yer almış ve öncülük etmiş olsalar bile, esas itibariyle spontane bir hareketten sözettiğimizi bilelim. Temenni etmekle sosyal gerçekler arasında bire bir tekabüliyet kurulamaz. Bu yüzden ulusalcıların -durumdan vazife çıkaran ‘milli merkez' gibi hareketlerin kontrolünde olmayan- bazı kesimlerinin bu ortak bilinçten uzak durması ve Kürt özgürlük hareketinin şu anki özgül koşullardan kaynaklanan tutumunu sabırla karşılamak gerekir. Çünkü bütün toplumsal mücadeleler tarihi, sadece ülkelerin ve ekonomilerin değil, sosyal hareketlerin de eşitsiz gelişme yasasına tabi olduğunu göstermiştir. Bu hem katılım düzeyinde hem de siyasi bilinç düzeyinde böyledir.
FORUMLAR ASGARİ TALEPLER PROGRAMINI TARTIŞMALI
Ancak şunun altını çizmeliyiz. Forumlarda yürütülen tartışmalar, Kürt halkının taleplerini de içeren bir genel talepler programı oluşturmayı önüne koymalıdır. Türkiye'deki devrimci siyasi mücadelede eksik olan şey, kimlik talepleriyle, emekçi sınıfların ve kentsel yaşam ve yaşam tarzı üzerindeki tahakküm biçimlerinden kaynaklanan taleplerin birbirini çelmeyecek şekilde eklemlendirilmesidir. Tartışmaların bütün temel talepleri özdeşleştirecek bir program oluşturmayı hedeflemesi gelinen noktada elzemdir. Talepler öyle formüle edilmeli ki, onların altında, işçiler, tüm çalışanlar, köylüler, tüm milliyetlerden halklar, Aleviler, müslümanlar, kadınlar, çevreciler, gençler, öğrenciler, lbgt'ler yürüyebilsin.
Halk direnişi, Ana muhalefet partisinin bugüne kadar teşhir etmeye çalıştığı iktidarın gerçekyüzünü bir kaç haftada ortaya koydu. Her yer Taksim şiarıyla Batının önemli merkezlerinde binlerce insanın gösterileri, iktidarın ve Erdoğanın gerçek kimliğini Batı halklarına da gösterdi. Erdoğan'ın bir diktatör olarak MR'ı çekildi. AKP iktidarının son bir kaç yıldır kurmakta olduğu totaliter rejimin, devlet ve toplumu siyasi islamın ideolojik normlarına göre dönüştüren yol haritasının krokisi ortaya çıktı. Böylece özgürlük ve demokrasi için muhalefet yürütme iddiasındaki partilerin mevcut politikaları büyük ölçüde aşınmış ve aşılmış bulunmaktadır. Genel olarak sol muhalefet için geçerlidir bu.
AKP DİKTATÖRLÜĞÜ VE PARLAMENTO MUHALEFETİ
Bu diktatörlük, şu ana kadar yüzlerce insanımızı, sakat bırakmış, kör etmiş beş gencimizi de katletmiştir. İnsanlar her an yeni ölümlerin gerçekleşme ihtimali ile kaygı içinde.
Bununla da yetinmemiş, Taksim Gezi parkına sonuna kadar yasa ve hukuk çerçevesinde ve meşruiyet zemininde sahip çıkan Taksim Dayanışmasını terör örgütü muamelesi ile yargılamaya kalkmıştır. Çok daha vahimi, sol siyasetin, demokrasi mücadelesinin en önemli sosyal temeli, bilimsel üretim alanı, ülkenin zenginliliklerinin talanına, kentlerin rant alanları haline getirilmesine akılcı bir mücadele yürütegelmiş TMMOB'ni etkisizleştirmek ve mücadele araçlarından yoksun bırakarak yoketmeyi hedefleyen bir yasayı bir gecede darbeci bir anlayışla çıkarmasıdır.
Bu çok ciddi bir saldırıdır.. Eğer önüne caydırıcı bir direniş, bir siyasi hamle çıkmazsa, orada kalmayacak, bu kez sendikalara, başka kitle örgütlerine de saldırısını sürdürme cesareti bulacaktır.
Mürsi'nin gitmesiyle morali bozulan, ortadoğu politikaları bozguna uğrayan, Suriyede vekaletle yürüttüğü savaşta Esat tarafından yenilgiye uğratılan, nihayet yeni-Osmanlıcılıkla emperyal hevesleri kursağında kalan Erdoğan ve iktidarı daha da saldırganlaşacaktır..
Demem şu ki..
Ulusllararası ittifakları çözülmeye ve dolayısıyla sonun başlangıcını yaşamaya başlayan bu iktidarla oturup ne anayasası görüşülüyor? Böyle bir iktidarla demokratik özgürlükçü bir anayasa yapmanın hala mümkün olduğu nasıl düşünülebilir? ‘Masadan kalkan biz olmayacağız' demenin düne kadar bir anlamı vardı. Şimdi Erdoğan'ın suçlamalarına maruz kalmaktan kaçınmayı sürdürmek siyasi cesaretsizlik anlamına gelmeyecek mi?
Sizler, polisin öldürdüğü 5 gence ağlamanın ve iktidarı kınamanın ötesinde, hesabını sormayacakmısınız? Hiç değilse bunun için dahi aranızda bir işbirliği olmayacak mı? Direnişi gönülden desteklemenin dışında, direnişin açtığı yolda Erdoğan diktatörlüğünü yıkmak için meşru bir seçeneğiniz, direnişten güç alan, önünü açan yeni bir siyasi hamleniz olmayacak mı?
ERDOĞAN"IN SUYA GÖTÜRÜP SUSUZ GETİRME TAKTİĞİ
3-4 gün önce Erdoğan kalktı, Anayasa görüşmelerinde 48 maddede mutabakat var, muhalefet olur derse bunları çıkarmaya hazırız dedi. Ne yazık ki, kimi muhalefet sözcüleri ‘yetmez ama evet'i yeniden telafüz etti. Daha bir kaç ay öncesinde Nisan'a kadar bekleriz, "Uzlaşma olmazsa kendi anayasa taslağımızı TBMM'ye getirir referandum ararız" diye tehtid savuran Erdoğan ne oldu da "Gelin mutabık kalınan 48 maddeyi bir hafta içinde Meclis'ten geçirelim" noktasına geldi?. Bugüne kadar kaç kez muhalefetin gündeme getirdiği ve artık gelinen noktada kıymeti kalmamış TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesini, şimdi onun ağzına bir parmak bal çalmak için, bir günde değiştiriyor? Bu Mürsi'nin asıl olarak Temarrud (İsyan)'la gitmesinden, Gezi direnişinin açtığı yolun genişlemesinden duyulan korku, bu korkuyla yine gündemi değiştirme manevrası olmasın?
Bir de şu noktayı hatırlatmak gerekiyor. İster ayaklanma yoluyla ister "sessiz" (alıştıra alıştıra gerçekleşsin), her devrim ve karşı-devrim, fiili bir gerçeklik halini aldıktan sonra kendisini yasal güvence altına alır. Kendi hukukunun çerçevesini yeni bir anayasa ile ortaya koyar. AKP bu ülkede postmodern bir (karşı) devrim gerçekleştirdi. Bu karşı-devrim kendi deyişleriyle "sessiz" olduğu için, AKP politikası anayasa konsunda zikzaklar çiziyor. Ama asıl eğilimi, kendi "devriminin" hukukunu kurmaktır. Onlar açısından anayasa görüşmelerinin anlamı budur.
Öte yandan sivil bir anayasa toplumsal uzlaşmaya dayanır. Toplumun her kesimiyle yeni bir sözleşme yapmaktır. Peki Erdoğan tapulu mali saydığı toplumun yarısını diğer yarısına kışkırtmıyor mu?
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir." der Anayasanın 34. maddesi. Gezi direnişi boyunca Erdoğan bu maddeyi çiğnemedi mi?
ANAYASA KOMİSYONU TERKEDİLMELİDİR
Yapılması gereken Anayasa görüşmelerinden hemen çekilmektir.
Bir iktidar ve onun başı, yalana, iftiraya sarılarak, şiddeti artırarak, polislerinin yanısıra beyzbol sopalı, satırlı sivil faşistleri polis güçlerine destek vererek şiddeti vahşet boyutuna vardırıyorsa: hatta daha dün demagojiyle "şiddete karşı şiddet" diyerek şiddeti savunuyorsa, üniveristelere polisi yerleştireceğim diyorsa; halkı ve onun çıkarlarını, kenti, çevreyi koruma görevini yerine getiren kitle örgütlerine saldiriyorsa; halkın evlatlarını savunan avukatlara saldırıp itibarsızlaştırmaya çalışıyorsa; Roboski katliamının hesabını vermekten kaçıyor ve orada katledilen gençlerin terörist olabileceğini söylüyorsa; gençlerin katillerini serbest bırakıyor ve koruyorsa.. Ve hele 8 aydır barıştan bahsedip, PKK'nın attığı 10 adım karşısında, kayda değer tek adım atmamış, hala 8 bin siyasetçiyi içerde tutuyorsa: bir taraftan gezi direnişine, şimdi de Mısırda'ki askeri darbeye ‘halkın iradesi' teranaesiyle parmak sallarken, halkın oylarıyla seçilen milletvekillerini içerde tutuyorsa.. Ve dalga geçercesine barışı 1+1'e idirgeme eğilimi içindeyse.. O iktidar partisiyle mecliste oturup Anayasa görüşülmez. Hele hele en önemli sivil toplum örgütünün, bir temel demokratik kurumun (TMMOB) hak ve özgürlüklerini iki gün önce yasa ile elinden alan bir iktidarla.
Temel hak ve özgürlükleri güvence altına alan bir Anayasa, ancak demokrasinin asgari ilkelerine riayet eden, özgürlüklere saldırmayan, barışçı bir iktidarla yapılabilir. Bunun dışında görüşmeleri sürdürmek, bundan sonra AKP iktidarını ve Erdoğan'ı kurtarmak anlamına gelir ki, -yukarda sözünü ettiğimiz devrimci itirazı kesintiye uğratacağından- vebali büyüktür!
Yazarın Dİğer Yazıları
Demokrasi Manifestosu, Geçici Hükümet’le Erdoğan’sız seçim!
11 Aralık 2020Seçimler Amerikan toplumundaki yarılmayı açığa çıkardı
11 Kasım 2020Egemen paradigmanın içindeki ‘Muhalefet’
3 Eylül 2020Devletin emperyalist siyaseti, faşizm ve Kürt sorunu
8 Temmuz 2020Dayanışma
21 Mayıs 2020AKP-MHP’li vekiller deyyusların ‘siyasi’ temsilcileri mi?
16 Nisan 2020Cumhuriyeti mi, tasfiyesini mi kutluyorsunuz!
31 Ekim 2019Marksist Devrimci olarak Mihri Belli
16 Ağustos 2019Cumhur ittifakı değil Cürüm ittifakı
13 Mayıs 2019İkili kriz: hem iktidar hem muhalefet
27 Şubat 2019Diktatörlüğün Sonbaharı
24 Haziran 2018Türkiye yol Ayrımında
2 Mayıs 2018HDP Kongresi..
11 Şubat 2018CHP kurultayı, faşizm ve savaş
6 Şubat 2018RTE olsa olsa Herkül’üyle henüz karşılaşmayan Cacus olabilir
23 Aralık 2017Ecevit ve Kılıçdaroğlu
15 Haziran 2017Son darbe
17 Nisan 2017Distopya*: Evet çıkarsa ne olocak?
12 Nisan 2017Ey Fravun'a iman edenler!
25 Aralık 2016Efendisiz-vesayetsiz-demokratik cumhuriyet için Kurucu Meclis
10 Ağustos 2016'Uzun Bıçaklar Gecesi' ve İç savaş provası
18 Temmuz 201614 Haziran 2016
Diktatörlüğe karşı Halk Devrimi
25 Nisan 2016'Devrim ve karşı-devrim'
18 Ocak 2016Nuray Mert ve ‘Faydalı salaklık’
11 Ocak 2016'Arturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı’
31 Ekim 2015Bir de kalkmış herkesi 'sağduyulu olmaya davet' ediyor..
10 Ekim 2015Asıl Şerefsizler kimlerdir, halka, devrimcilere ve demokratlara karşı nasıl savaşırlar
9 Ağustos 2015’Ağlamak Bazı acılarda yetmez Bazı ölümlere’
23 Temmuz 2015Dilipak: Cinsel olarak tahrik ediliyoruz / Eşcinselliği Osmanlıyı geri getirmek isteyenler kışkırtıyor
4 Temmuz 2015Kendi tanrısına bile ihanet eden adam..
6 Haziran 2015AKP Faşizmi, ant-faşist cephe, HDP, BHH ve CHP
5 Ocak 2015Erdoğan ve AKP, Zaman Gazetesi ve Samanyolu Televizyonuna el koyacak..
15 Aralık 2014Ya Kobane ya barbarlık!
14 Ekim 2014Gezi İsyanı Türkiye'nin 1905'idir
25 Temmuz 2014CHP’nin BOP’un resterasyonuyla uyumlu stratejisi
26 Haziran 2014'Yeni Türkiye' Soma madeninin altında kaldı..
2 Haziran 2014BDP/HDP Cumhurbaşkanlığı seçimi Için ne diyor?
6 Nisan 2014En uzun gün ve olasılıklar
30 Mart 2014HDP, CHP'nin oylarını mı bölüyor?
27 Mart 2014İsyanın adı Berkin-
12 Mart 2014'Paralel devletler', koku-tutulması ve devrimci kopuş
19 Ocak 2014Devlet ikiye mi bölündü yani?
17 Aralık 2013Marksist Devrimci olarak Mihri Belli
15 Aralık 2013Erdoğan-Barzani ittifakı: 'İslam' kardeşliği
17 Kasım 2013Cumhurbaşkanı ve başbakanıyla devletin linç girişimi!!
7 Eylül 2013'Kimyalı' mı 'Kimyasız' mı?
30 Ağustos 2013Başka coğrafyanın çocukları: Rojavalı çocuklar
6 Ağustos 2013Yanıyor insanlık hâlâ!
1 Temmuz 201325 Haziran 2013
Belli ki, geldiğiniz gibi gitmeyeceksiniz!
15 Haziran 2013'Bir kaç çapulcu' kim?
2 Haziran 2013İlle de Roboski!!!
6 Ocak 2013'Eğitimin paradigmasını değiştiriyoruz' demek, laikliğin tasfiye ilanıdır
3 Aralık 2012Cumartesi.. Cumartesi..
25 Kasım 2012Ruhu alçalan toplum
29 Ekim 2012Tezkere provokasyonu
4 Ekim 2012Alçaklığın dayanılmaz irtifası..
24 Ağustos 2012Aygün neden kaçırıldı?
13 Ağustos 2012Savaş kışkırtıcılığı suçtur!
23 Temmuz 2012CHP Kurultayı ve Devrimci Cumhuriyet
16 Temmuz 2012Mızrağın ucundaki 'Islam' ve biyopolitiği
12 Haziran 2012'Ceddin deden, neslin baban..'
19 Mayıs 2012Post-modern darbeden postmodern faşizme -Faşizm yargılıyor
17 Nisan 2012Post-modern darbeden postmodern faşizme
16 Nisan 2012Bu başbakan kimin başbakanı?
14 Mart 2012Devlet iktidarının yeniden paylaşım savaşı
14 Şubat 2012Dersim, CHP ve Faşizm
29 Aralık 2011Kürt sorununda 'Osmanlı'da oyun çok'
27 Ekim 2011Adını siz koyun..!
8 Ekim 2011“Laiklik kesinlikle ateizm değildir” Öylemi?
27 Eylül 201190’nında devrimci delikanlı*
18 Ağustos 2011Yanıyor insanlık hala!
3 Temmuz 2011Türkiye Dönüm Noktasında
31 Mayıs 2011